3 Temmuz 2009 Cuma
Ce-ee!
Selam canım blog, ben geldiiiim...
Özledin mi beni? Özledin özlediiiiin :)
Bende seni valla!
Ama biliyorsun senin bu hatun, arada sıkılınca böyle saklanma gibi bir hastalığa sahip!
Bu kadar blogcunun içerisinden sana da böylesi düştü idare et!
Yaa anla MyHusband neler çekti yıllar yılı benden!
Yeni evliyken köşe bucak saklanırdım birde ben. Hah ha! Ne çocukluk..
Adamcağız işten gelirdi birde yarım saat evin içerisinde beni arardı panikle...
{Yoook her gün değil böyle blogtaki gibi, kafama estikçe canııım:)))}
Ama bir gün baktım ki oturmuş koltuğa, atmış bacak bacak üstüne, almış TV kumandasını eline kayıtsız bir şekilde "bitanem lütfen çıkar mısın saklandığın yerden!?" diyor...
Hmm.. dedim bu iş kabak tadı vermiş.
Dedim ki yangın var diye milleti sürekli dağa koşturan, sonra bir gün gerçekten yanınca kimsenin inanıp da gitmediği yalancı çocuğun hikayesindeki gibi bir gün gerçekten kaybolsam bu adam oturup çıkmamı bekleyecek... Yandım demektir!
O gün oyunun sona erdiği gündür!
Gel gelelim bu benim kanıma işlemiş... Sıkıldığım anda tası tarağı toplayıp kaçıyorum ben... Kaçıyorum dediysem de her zamanda illa fiili değil ya canım...
gibi; kendi kabuğuma, kendi evime, kendi içime...
Ben aslında buna daha çok şarj olma dönemi diyorum aslında ya neyse... {Tamam, eskiden oyun içindi ama şimdi gerçekten öyle... Başka hiç bir amacım yok! Valla! :) }
Belki de benim hayatla baş etme şeklimde budur!
Amaan zaten hayatın kendiside bir oyun değil mi ki zaten?
Oyun dedim aklıma geldi... Çocukken hangi oyunları oynardınız sahi?
Ben tam bir şebnem tutkunuydum! Şimdi oynayan var mıdır ki?
Dergileri satılırdı. Aboneydim ben onlara... Alır, keser, elbiseleri giydirir... Saatlerce bıkmadan oynardım... Hikayeler yazardım oynatırdım onları...
Esas kız elinde paketler hızla koştururken esas oğlanla köşe başında çarpışırlar... Kızın elindeki paketler yere düşer esas oğlanda onları toplarken göz göze gelirler...
Ta- taaam... AŞK!
Olay her seferinde böyle başlardı istisnasız! Başka türlü aşık olunamıyor mu zannediyordum acaba? :)
Tamam, kabul ediyorum hiç yaratıcı değil! Ama o zamanların Yeşilçam filmlerindeki en popüler tanışma biçimi buydu! Yalnız tek fark benim hikayelerim hep mutlu başlar mutlu biterdi... Entrika sıfır yani...
Birde onlar için Teyzemin mecmualarından {Hah hay! bu kelimeyi kullanan kaldı mı ya?!} yani dergilerden ünlülerin üzerindeki kıyafetleri keserdim... Böyle delik deşik olurdu tüm dergiler... Teyzem fark ettiğinde canıma okurdu!
Şimdi düşünüyorum da biri benim Elele dergilerimdeki tüm kadınların üzerindeki elbiseleri kesmiş... kafalar ööyle duruyor. Her sayfa delik deşik... Kızarmışım bende! :) Hem de çok!
Şebnem oynatmaktan sonraki ikinci en büyük zevkim konser vermekti... Evet, itiraf ediyorum 6-10 yaş aralığı dönemim Assolist olmayı hayallemekle geçti. Saç fırçasına bağladığım tüllü mikrofonumla üzerime giydiğim anneme ait üstümden kaçan abiye kıyafetim, yine ona ait en topuklusundan içerisinde ayaklarımın kaybolduğu kırmızı ayakkabıları, kırmızı rujum ve de en kokoş halimle evdeki çiçeklere az konser vermedim...
Bendeki edayı o kırılmaları görseydiniz içime Emel Sayın kaçmış zannederdiniz yemin ederim!
İşte böyle...
Neyse konunun başıyla bu son yazdıklarımı birbirine bağlamam imkansız gibi gözüküyor... Saklanmaktan girdim assolistlikten çıktım baksanıza...
Yapıyorum bunu hep... Kendimde şaşıyorum sonra... Buraya nerden geldik şimdi diye...
Ben şimdi hiç bir şey olmamış gibi havaya bakıp ıslık çalma triplerinde kaçsam...
Siz nasıl bağlarsanız bağlasanız... :)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Küfür, hakaret içeren yorumlar yayınlanmayacaktır.
Teşekkürler..