8 Nisan 2013 Pazartesi

AHMED HULUSİ İLE ZİKİR ÜZERİNE..


İnsanın yaşamı, bilindiği üzere BEYİN ile düzenlenir. İnsan'da ortaya çıkan her şey, BEYİN aracılığıyladır.
Ölüm ötesi yaşam bedeni olan RUH dahi beyin tarafından "yüklenir!"
Allâh'ın isimlerinin işaret ettiği mânâlar, insan beyninde açığa çıkar. İnsan şuuru, Allâh'ı, ancak beyin kapasitesi kada tanıyıp "yakîn" elde eder.
İşte böyle olunca, ZİKİR olayının önemini kavrayabilmek için, önce beynin çalışma sistemini kavramak, sonra da zikir hâlinde beyinde nasıl bir işlem oluştuğunu idrak etmek zorunda kalırız.
Milyarlarca hücreden oluşan beyin, esas itibarıyla biyoelektrik enerji üretip, bunu ışınsal enerjiye çeviren ve kendisinde oluşan mânâları, bir yandan RUH dediğimiz yapıya yükleyen ve diğer yandan da dışarıya yayan bir organik cihazdır.
Genelde, doğuştan alınan ilk tesirlerle yüzde beş, yüzde on kapasiteyle çalışan beyin, aldığı çeşitli etkilerin de aracılığıyla, sıradan bir yaşam türü geçirir, bildiğimiz herkes gibi...
Oysa beyindeki bu kapasitenin arttırılması mümkündür! (1)




Ahmed Hulûsi'nin, yine "İNSAN VE SIRLARI" adlı kitabındaki yanıtı ise şöyle: "Zikir yaptığınız zaman yani Allâh'a ait olarak bilinen bir mânâyı tekrar ettiğiniz zaman beyinde ilgili hücre grubunda bir biyoelektrik akım meydana geliyor ve bu, bir tür enerji şeklinde, manyetik bedene yükleniyor! Aynı zamanda siz bu mânâyı tekrara devam ederseniz yani bu kelimeyi tekrara devam ederseniz, bu defa tekrarlanan kelimenin tekrarından oluşan biyoelektrik, daha da güçlenerek yeni hücre birimlerini devreye sokuyor ve bir kapasite genişlemesi söz konusu oluyor."


Normalde çok küçük bir yüzde ile çalışıp geri kalan miktarı kullanılmaz bir hâlde bekleyen beynin, bu boş duran kapasitesinin devreye sokulması yolu ZİKİR'den geçer.
ZİKİR ile beynin belli bir bölgesindeki hücre grupları arasında üretilen biyoelektrik enerji, zikrin devamı hâlinde, bu bölgeden taşarak, görevsiz bekleyen yan hücrelere yayılır ve onları da mevcut kapasiteye ilave ederek devreye sokar.

ZİKİR konusu ne ise, o anlamda bir frekans yayarak bu hücreleri devreye alan beyinde, elbette ki o istikamette de faaliyet gelişir...
İleride de daha detaylı izah edeceğimiz üzere, mesela Allâh'ın İRADE sıfatının ismi olan "MÜRİYD"ismi zikredildiğinde, kişinin beyninde boş duran hücreler, bu ismin frekansında titreşimle programlanarak devreye girdiği için, bir süre sonra o kişide İRADE gücünün arttığı ve eskiden başaramadığı birçok şeyi başardığı görülür. 

*************************************

Şimdi, bu satırları okuyan bazı ZİKİR İNKÂRCILARI, hemen şu soruyu soracaklardır: "Mâdemki ZİKİRbu derece beyni geliştiriyor da, niçin İslâm âlemi devamlı zikir yapmasına rağmen, üstün bir beyin çıkartamıyor ve bütün gelişmeler batıdan, gayri müslimlerden geliyor?"
Bu sorunun cevabı son derece basittir... Ancak, işin tekniğini bilen bir kişi için!
Allâhû Teâlâ'nın lütfu ve Hazreti Rasûlullâh (s.a.v.)'in inayetiyle, bize keşf yollu açılan ZİKİR sırrına binâen, konunun tekniğini izah etmek suretiyle size bu sorunun cevabını verelim...

ÖZEL ZİKİRLER, esas itibarıyla kişinin beyin programına, yani kendine has özellikleri, karakteristiği, kişisel arzu ve hedefine göre düzenlenen zikir formülleridir... Bu zikir terkipleri, belirli âyet ve hadislere dayanan dualar ile, o kişide kısa sürede gelişme sağlayacak, ilâhî isimler gruplarından oluşur...
Tarikatlarda verilen zikir formülleri günümüzde genellikle hep GENEL ZİKİR kapsamında olduğu için gelişme sürecini de otuz-kırk yıl gibi çok uzun zaman dilimlerine yaymaktadır.
Oysa, bu özel zikir formüllerini deneyenler, kendilerinde bir-iki sene gibi çok kısa süreler içinde büyük gelişmeler hissetmektedirler.

Dileyen bu zikir formüllerini bir süre kendi üzerinde dener, fayda görürse devam eder, fayda bulmazsa da genel zikirlerle ruhaniyetini geliştirme yolunda çalışmalarına devam eder.

ZİKİR konusunda halkımızın çok korktuğu bir husus vardır; elbette bunda en büyük faktör de "menfi şartlandırma"dır...
"Çok tespih çekme, deli olursun!.." türünden, kasıtlı ya da kasıtsız söylentilerin kesinlikle belli olan bir yönü vardır ki -o da "BİLİNÇSİZLİK" olan ters şartlandırmadır- insanları ZİKİR konusunda son derece ürkütmüştür.
Kur'ân-ı Kerîm her hâlükârda, ayakta, otururken, yan yatarken sürekli zikir yapılmasını tavsiye ederken; maalesef bu bilinçsiz çevreler insanları ellerinden geldiğince zikirden uzak tutmaya çalışmaktadırlar...
"Onlar (öze ermişler) ayakta, otururken ya da yanları üzere uzanmışken Allâh'ı anıp(hatırlayıp), semâların ve arzın yaratılışını (günün getirisi ölçüsünde evren ve derûnu ya da beyin indînde bedenin yeri ve özelliklerini) tefekkür edip; 'Rabbimiz, bunları boş yere yaratmadın! Subhan'sın (yersiz ve anlamsız bir şey yaratmaktan münezzeh, her an yeni bir şey yaratma hâlinde olansın)! (Açığa çıkardıklarını değerlendirmemenin getireceği pişmanlıktan) yanmadan bizi koru'(derler)." (3.Âl-u İmran: 191)

Evet, insan daima üç hâlden birindedir... Ya ayaktadır, ya oturuyordur, veyahut da yatmaktadır... İşte, yukarıdaki âyet, her üç hâlde de zikredilmesi gerektiğini bize açık seçik vurgulamaktadır.
Öyleyse bize düşen, elden geldiğince, zikir yapmaktır!.. Nerede olursak olalım, ister abdestli, ister abdestsiz, olabildiğince zikir yapmak suretiyle beynimizi geliştirelim, Allâh'a yakîn elde edelim.

ZİKRİN ne olduğunu tam anlamamış kişilerin, zikir yapılırken uyulması zorunlu şart olarak öne sürdükleri bir husus vardır; zikri tenhada, kimsenin olmadığı bir yerde, sessizlikte yapacaksın! Bu son derece yanlış bir zorlamadır ve asla şart değildir.
Tenhada bir yerde, yalnız başına olunan bir yerde, tefekkürle yapılan zikrin elbette birçok faydalı yönleri vardır ve bu asla inkâr edilemez...
Ancak, imkânı olamayan, bu yüzden zikir yapamaz, yapmamalıdır gibi bir anlam da çıkarılmamalıdır. Her yerde, her zaman zikir yapılabilir demiştik. Nitekim, gerek Kur'ân-ı Kerîm'deki "ayakta, otururken ve yatarken" zikredilmesi gerektiğini bildiren âyet, gerekse de çarşı pazarda "Lâ ilâhe illAllâhu vahdehu la şerîke leh, lehül mülkü ve lehül hamdu yuhyi ve yumitu ve huve hayyun lâ yemûtu ebeden biyed'ihil hayr, ve huve alâ külli şeyin Kaadir" zikrinin yapılmasının hadsiz hesapsız ecir getirdiğini anlatan hadîs-î şerîf kapsamında, deriz ki her yerde her zaman zikir yapılır ve yapılmalıdır!
Esasen bu çok önemli bir konudur.
Zikir yaparken mutlaka tefekkür şart mıdır? Veya namaz kılarken -ki o da dua ve zikirdir- aklına başka şeyler gelmesi namazı bozar mı? Zikir veya namaz sırasında akla başka şeyler gelirse, okunulan dua ve zikirlerin gene de faydası dokunur mu?..
Kesin olarak söyleyelim ki, zikir yapılırken veya namaz kılarken akla gelen şeyler, yapılan çalışmaya asla zarar vermez.
Beyin, aynı anda sayısız konuda ve yönde faaliyet göstermektedir ki, bunların her biri de kendisi ile alâkalı bölümlerce ifa edilmektedir ve hepsi de yerini bulur!
Mesela, yolda yürürken, bir yandan tespih çekip, bir yandan başka şeyler düşünür, bir yandan da çevrenizi seyredersiniz. Bu faaliyetin her biri beyinde ayrı ayrı birimlerde değerlendirilir ve hepsi de yerini bulur... Mesela; evde bir yandan bir şeyler okuyup bir yandan tespih çekersiniz, bir yandan odada konuşulanlar kulağınıza gelir bir yandan da televizyona gözünüz kayabilir. Bunların hepsini de aynı anda yapabilirsiniz. Bu, beyninizin gelişmişlik derecesi ve çok yönlü çalışabilme özelliğiyle alâkalıdır. Manevî yönü olan kişiler, bütün bunların üstüne, bir de manevî irtibatlar hâlinde olup, onların da hakkını rahatlıkla edâ edebilirler.
Burada mühim olan, beyinde yapılan çalışma ve onun neticesinin otomatik bir biçimde ruha yüklenmesidir. Siz ister farkında olun, ister hiç fark etmeyin, değişmez! Nitekim, misal vermiştik, meyhanede içki içerken, rakı kadehi elde zikre başlayan kişi, devamı sonunda Hacc'a gidecek duruma erişmiştir sekiz ayda! Dolayısıyla, zikir için yalnızlığa çekilmek şart değildir.

Bilelim ki; sesle duyduğumuz bir kelime, yapılan işin en son safhasıdır! Olay beyinde, o anda içten yani kozmik boyuttan veya kozmik âleme ait bir varlıktan gelen; ya da dıştan yani çevremizde algılamakta olduğumuz herhangi bir varlıktan gelen bir impulsla yani bir mikrodalga -ışınsal etki- ile başlar.
Bu gelen etki neticesinde, önce beynin biyomanyetiği, sonra biyoelektriği ve daha sonra da biyoşimik yapısı tesir alır... Biyoşimik yapı aldığı tesirle kendisindeki verileri bir araya getirdikten sonra, çıkan neticeyi tekrar biyoelektrik kata dönüştürerek, ilgili sinir sistemini uyarır ve hangi organla ilgili bir durum söz konusu ise olayı ona aktarır. Ve biz, o organdan yansıyan bir eylem olarak, sonucu algılarız!
Yani esas olan, dışta algıladığımız ses-görüntü değil, bir üst boyutta cereyan eden ışınsal yapı-biyoelektrik-biyoşimik üçlü sistemidir!
Şayet, beynin bu ana çalışma sistemini kavrayabildiysek, anlayacağız ki; önemli olan, kelimenin harf dizilişinden oluşan lisan değil, kelimeleri meydana getiren frekans-titreşimdir!

Zira, her bir kelime, harf; belli bir frekansın-titreşimin beyinde ses dalgalarına dönüşmüş hâlidir. Her frekans bir anlam taşıdığına göre; kelimeler, belli anlam taşıyan frekansların, ses dalgalarına dönüşmüş hâlidir ki; bu da "zikir kelime ve kavramlarını" oluşturur.
Yani, belirli evrensel anlamlar, kuantsal anlamlar, evrende dalga boyları, titreşimler hâlinde mevcut olduğundan; bunların ses frekansına dönüşmüş hâline de kelimeler dendiğinden; o anlamların titreşimine en uygun kelimeler Arapça olduğu için, zikir kelimeleri Arapça olmuştur.
Dolayısıyla, siz o kelimeyi değiştirdiğiniz zaman, asla o frekansı tutturamaz ve asla, o istenilen frekansın ihtiva ettiği anlama ulaşamazsınız.
İşte bu sebepledir ki...
Kişi, Allâh Rasûlü'nün, Kur'ân-ı Kerîm'in insanlara idrak ettirmek istediği sırlara ermek ve evrensel gerçeklere vâkıf olmak istiyorsa, zikir kelimelerini geldiği gibi, yani Arapça orijinalinde olduğu gibi, tekrarlamak mecburiyetindedir.
Ve en az hayatında bir kere, kesinlikle, Kur'ân-ı Kerîm'i Arapça orijinal kelimeleriyle beyninde tekrar etmek ve bunu RUHUNA yani bir tür holografik ışınsal bedenine yüklemek zorundadır! Ki, ölüm ötesi yaşamında sonsuza dek kendisinde bulunan bu bilgi kaynağından yararlanabilsin!

Ayrıca, bu kelimelerin Arapça olarak orijinaline uygun biçimde tekrar edilmesi zorunluluğunun bir diğer sebebi de şudur: Bu Arapça kelimeleri, eğer Türkçe'ye çevirmeye kalkarsanız, bazen bir sayfa, bazen daha fazla yazmak zorunda kalırsınız; o anlamı verebilmek, o mânâyı kavrayabilmek için. Oysa, bunu tek kelime olarak tekrar imkânı mevcutken!..

AHMED HULUSİ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Küfür, hakaret içeren yorumlar yayınlanmayacaktır.
Teşekkürler..

Bumerang - Yazarkafe

Bumads

Mart 2007'nin "En iyi blog"u Seçilmişti blogum!Teşekkürler destekleyen herkese...